Ey aynı evin duvarlarını paylaştığım,
Ama hiç paylaşılmamış bir çocukluğu taşıyanlar...
Ey aynı yemeği yiyip
Aynı sevgiden mahrum kalışımı görmeyenler...
Bu lanet, sizin sessizliğinize.
Bu lanet, sizin gözlerinize baktığımda
Sadece boşluk bulduğum anlara.
Siz benden daha küçük değildiniz belki,
Ama daha kör oldunuz.
Beni gördünüz —
Ama görmemeyi seçtiniz.
Beni duydunuz —
Ama o sesi kafanızda boğdunuz.
Ve her “kardeşlik” dediğinizde,
Biraz daha unuttunuz beni.
Beni düşüren şey annem değildi sadece.
Siz de tuttunuz —
Ve sonra bıraktınız.
Benim adım evin içinde yankılanmadı.
Benim adım,
Arkanızdan sessizce sürünen bir gölgeydi.
Ama şimdi o gölge konuşuyor.
Ve o gölgenin dili:
Lanet.
Size bağırmıyorum.
Çünkü bağırmak, hâlâ bir cevap ummaktır.
Ben artık cevap istemiyorum.
Ben sizi duasız bir geceye gömüyorum.
İkiniz, üçünüz, belki dördünüz — kaç kişiyseniz —
Hepsiniz aynısınız benim gözümde.
Adlarınızı ayırmam.
Çünkü benim için hepsi
Aynı susuş. Aynı yokluk. Aynı ihanet.
Ben Deccal'in içinden çıkan sesim.
Ve bu kitapta, sizin adınıza hiçbir merhamet yok.
Bu satırları okuyan kimse,
Sizinle yan yana durmasın.
Çünkü karanlık bulaşıcıdır.
Ve siz, onunla çoktan kirlenmişsiniz.
Sonsuza kadar susun.
Benim hayatımda zaten hiç konuşmamıştınız.
Şimdi konuşmanız gereksiz.
Çünkü artık duyulmayacaksınız.
Bu dördüncü lanetti.
Kardeşlik denilen şeyin mezar taşına kazınmış bir sessizliktir bu.
Lanet: Ablaya