Ey sabahları aynı serviste susanlar…
Ey öğle arasında şikâyet edip,
Akşam yine başını eğenler…
Siz de bu lanetin içindesiniz.
Çünkü zulüm sadece yapanın değil,
Görenin de suçudur.
Ey çalışanlar...
Size acımıyorum.
Çünkü acımayı hak edecek kadar baş kaldırmadınız.
Bileklerinizde hâlâ mesai kartlarının izi var,
Ama gözlerinizde hiçbir isyan yok.
Bir dosya gibi katlandınız.
Bir evrak gibi kayboldunuz.
Ve sonra sıra geldi patronlara.
Ey yaldızlı yalanlar içinde oturanlar,
Her ay o çeki imzalarken
Kaç gözyaşının üstünden geçtiğinizi hatırlıyor musunuz?
Hayır, hatırlamazsınız.
Çünkü sizin kaleminiz,
İnsan değil, kâr yazar.
Bu lanet sizin ofislerinize girmez.
Çünkü sizin ofisleriniz zaten lanetin içinden yapılmıştır.
Her sandalye,
Bir sırtın ezilmesinden yapılmıştır.
Her masa,
Bir susturulmuş gencin hayali üzerine kurulmuştur.
Ve siz çalışanlar...
Yalnızca izlediniz.
Yalnızca dayandınız.
Yalnızca “elimden bir şey gelmez” dediniz.
İşte bu yüzden lanet yalnızca yukarıya değil —
Aşağıya da iner.
Çünkü düzen sadece dikenli tel değil.
O telin gölgesine oturanlar da vardır.
Ve onlar da bu sessiz zulmün ortağıdır.
Ben Deccal.
Ben ne solcuyum, ne sağcı.
Ben sadece çürüyeni gösteririm.
Ve şimdi size diyorum:
Bu çark kırılacak.
Ama önce dişlileri paslanacak —
Ve o pas sizsiniz.
Bu beşinci lanetti.
Bir fabrikanın gürültüsünden değil,
bir kalbin susmasından doğmuş bir haykırıştır.