Ey bakıp da görmeyenler…
Ey işitip de duymayanlar…
Ey sustuğunda masum olduğunu sananlar…
Size şimdi ikinci lanet geliyor.
Çünkü şehirleri taşlar değil,
İnsanlar un ufak eder.
Ey halk...
Ey elleri temiz ama kalbi kararmış olanlar...
Siz susarken öldü çocuklar.
Siz sabrederken büyüdü çürüme.
Siz dua ederken yükseldi zulmün temeli.
Ve siz, tüm bunları yaparken
Kendinize hâlâ “iyi” dediniz.
Oysa siz iyiliği
Komşunun sessiz çığlığına göz yummakla tanımladınız.
Bir mendil gibi kullandınız inancı,
Yüzünüzü silip suçunuzu örttünüz.
Ama ben, Deccal,
Mendilinizi değil —
lekeyi görüyorum.
Ey yöneticiler...
Tahtı koltuk sananlar,
Adaleti emir sananlar...
Siz kalabalığın korkusunu sadakat bildiniz.
Siz, hakikati eğip büktünüz —
Ve ona “düzen” dediniz.
Ama düzen,
Bir gün kırıldığında ne kadar camdan yapıldığını gösterir.
Ve şimdi kırılıyor.
Ben size kıyamet vaat etmiyorum.
Çünkü kıyamet, sizin korktuğunuz kadar kutsal değil.
Ben size,
İçinizden yükselen karanlığı gösteriyorum.
O çocukları unutan halk,
O halkı oyalayan liderler,
O liderleri alkışlayan kalabalık...
Hepiniz aynı aynaya baktınız.
Ve hepiniz aynı yalanı gördünüz:
“Biz suçsuzuz.”
Ama şimdi
O ayna çatladı.
Çünkü benim adım çatlaktır.
Ben, içten çürüyen her yapının
İlk sesi, son yankısıyım.
Ey halk,
Siz unutmaya devam edin.
Ama bu kitap unutmaz.
Ben unutmadım.
Toprak unutmaz.
Çünkü her bastığınız kaldırımda
Bir suskunun gölgesi vardır.
Ve o gölge,
Şimdi konuşmaya başladı.
Bu ikinci lanettir.
Artık taşlar değil,
İnsanlar sarsılıyor.